question |
réponse |
katlanmak, dayanmak, tahammül etmek hazmetmek, çekmek, -e katlanmak Ona katlanmaktan başka seçeneğimiz yoku. commencer à apprendre
|
|
We had no choice but to put up with it
|
|
|
dayanmak, katlanmak, tahammül etmek sabretmek, sebat etmek, acıya katlanmak Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın. commencer à apprendre
|
|
You have to endure a lot of hardships in life.
|
|
|
pohpohlamak, yağ çekmek-yakmak, övmek, yalakalık yapmak dalkavukluk yapmak, yağ yakmak O beni pohpohlamak istedi. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
övmek, beğenmek, alkışlarla (birşeyi, birini) ilan etmek alkışlamak, bağırarak ilan etmek Eserleri sanat eleştirmenleri tarafından beğenildi. commencer à apprendre
|
|
His work was acclaimed by art critics
|
|
|
tereddüt etmek, duraklamak duraksamak, teklemek, çekinmek commencer à apprendre
|
|
|
|
|
sarılma, kucaklaşmak Sana sarılmak için sabırsızlanıyorum. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
sakatlamak, yaralamak, zedelemek, incitmek, bir uzva zarar vermek Başka hiç kimse yaralanmadı. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
acele etmek, acele ettirmek, sıkıştırmak, telaş etmek acele, koşuşturma, telaş Tom genellikle telaş içinde yemek yer. commencer à apprendre
|
|
Tom usually eats in a rush.
|
|
|
elde etmek, edinmek, almak, sağlamak bulmak, -den elde etmek Bazı şeyleri elde etmek zordur. commencer à apprendre
|
|
obtain from Some things are difficult to obtain.
|
|
|
bir şeyi öğrenmek, edinmek Raporun bir kopyasını almayı başardım. commencer à apprendre
|
|
I managed to acquire a copy of the report.
|
|
|
gözlemlemek, izlemek, gözlemek, dikkatle bakmak gözlem yapmak, müşahede etmek, gözetlemek, -e uymak Tom kuşları gözlemlemeyi sever. commencer à apprendre
|
|
Tom likes to observe birds.
|
|
|
•hokkabazlık yapmak •yeterli zaman olmadığında aynı anda bir çok şey yapmaya çalışmak yolsuzluk yapmak, hile, yer değiştirmek •Tom nasıl hokkabazlık yapılacağını bana öğretti. •Pek çok kadın iş ve aile arasında hokkabazlık yapmak zorunda. commencer à apprendre
|
|
•Tom taught me how to juggle. •Many women have to juggle work and family.
|
|
|
birleş(tir)mek, kaynaş(tır) mak (firma, organizasyon) karışmak, kaynaşmak, -in içinde erimek, -kaybolmak Küçük şirketler daha büyük şirketlerle birleşmeye zorlandı. commencer à apprendre
|
|
merge with/into Small companies were forced to merge with larger companies.
|
|
|
birleştirmek, dahil etmek, katmak, anonim şirket haline getirmek, birleştirmek Oyunlarına dans ve pandomim dahil etmeye başladı. commencer à apprendre
|
|
He began to incorporate dance and mime into his plays.
|
|
|
hayatta kalmak, sağ kurtulmak, sağ kalmak, -den sağ kurtulmak commencer à apprendre
|
|
|
|
|
sağlamlaştırmak, güçlendirmek, kuvvetlen(dir)mek Yüzme bacakları güçlendirir. commencer à apprendre
|
|
Swimming strengthen the legs.
|
|
|
dikmek, dikiş, dikiş atmak Bunu benim için dikebilir misin, Bebeğim? commencer à apprendre
|
|
stitch up Can you stitch this up for me, baby?
|
|
|
ovalayarak yıkmak, temizlemek, fırçalamak commencer à apprendre
|
|
|
|
|
rencide etmek, kızdırmak, gücendirmek, kırmak suç işlemek commencer à apprendre
|
|
|
|
|
küsmek, kırılmak, incinmek gücenmek, alınmak, küskün, kırgın, alınmış olmak, dagın, -dan kılmak commencer à apprendre
|
|
be offended to/by
|
|
|
selamla(ş)mak, karşılamak, selam vermek kutlamak, tebrik etmek, merhabalaşmak O, onu neşeyle selamladı. commencer à apprendre
|
|
greet eah other She greeted him cheerfully.
|
|
|
nüfuz etmek, içine işlemek, yayılmak geçmek, sinmek, sızmak Eski duvarlara su sızmıştı. commencer à apprendre
|
|
Water had permeated into the old walls.
|
|
|
böbürlenmek. övünmek, kendini methetmek palavra atmak, atıp tutmak commencer à apprendre
|
|
|
|
|
övünmek, böbürlenmek, iftihar etmek övünme, iftihar, palavra O, yetenekleri hakkında övündü. commencer à apprendre
|
|
He boasted about his skills.
|
|
|
suçlamak, ayıplamak, sorumlu tutmak karalamak, kabahat, suçlama Tom bizi suçlamak istiyor. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
alnından öpmek, beğenmek, takdir etmek commencer à apprendre
|
|
We applauded the performer.
|
|
|
uymak uyum sağlamak, -e uymak -e uygun olmak, uygun olarak, mutabakat Onun konuşması duygularıyla uyum sağlamadı. commencer à apprendre
|
|
His speech didn’t accord with his feelings.
|
|
|
göklere çıkartmak, gururlandırmak Şiir Roma imparatorluğunu yüceltmek için yazılmıştır. commencer à apprendre
|
|
The poem was written to exalt the Roman Empire.
|
|
|
süslerle donatmak, süslemek, bezemek güzelleştirmek, tezyin etmek Onlar odayı çiçekler ile süslediler. commencer à apprendre
|
|
They adorned the room with flowers.
|
|
|
servis tabağını süslemek Balıkları limon dilimleri ile süsleyin. commencer à apprendre
|
|
Garnish the fish with lemon slices.
|
|
|
bir karara ilişkin uzun süre endişe duymak, kıvranmak, ıstırap çekmek, aşırı acı çekmek mücadele etmek, uğraşmak, kafa yormak Lee, kız arkadaşına ne alacağı konusunda kıvrandı. commencer à apprendre
|
|
Lee agonized over what to buy his girlfriend.
|
|
|
hayrete düşürmek, garib, şaşırtmak, şaşkınlık, hayret ettirmek Sınavı geçerek herkesi şaşırttı. commencer à apprendre
|
|
He amazed everyone by passing the exam.
|
|
|
başvurmak, temyiz, cazibe, çekicilik rica etmek, albeni, müracaat etmek Tom yardım başvurusunda bulundu. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
tiksinmek, iğrenmek, hor görmek, nefret etmek O şiddetten nefret ediyor. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
kusmuk, kusma Tom kusmak üzere gibi görünüyor. commencer à apprendre
|
|
Tom looks like he’s about to puke
|
|
|
kusma, kusmuk, çıkarmak, püskürtmek commencer à apprendre
|
|
Tom vomited into the bucket.
|
|
|
tiksindirmek, iğrendirmek iğrenç, nefret, tiksinme commencer à apprendre
|
|
|
|
|
sokmak, eklemek, yerleştirmek takmak (bilgisayar) Lütfen madeni para yerleştirin. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
sokmak; sokuşturmak, sıkıştırmak, (içine) sokmak, tıkmak, tepmek •sokmak, koymak, yerleştirmek •iştahla yemek/atıştırmak, tıkınmak * Tam da kocaman bir kase makarnayı gömmek üzereydim. commencer à apprendre
|
|
tuck, tuck sth into/behind/under tuck in/into st *I was just about to tuck into a huge bowl of pasta.
|
|
|
-i yok etmek; -i ortadan kaldırmak, -i bertaraf etmek, yakayı sıyırmak, kurtulmak, başından savmak yakayı sıyırmak, kökünü kazımak, yok etmek, sepetlemek Kötü bir alışkanlıktan kurtulmak kolay değildir. commencer à apprendre
|
|
It is not easy to get rid of a bad habit.
|
|
|
engebeli arazi de yürüyüş yapmak, kır yürüşü yapmak, yükselmek gezmek, yürümek, kırda uzun yürüş yapmak, dolaşmak, gezinti yapmak Ben dağlarda yürümekten hoşlanırım. commencer à apprendre
|
|
I like to hike in the mountains.
|
|
|
yürüyüşe/gezmeye çıkmak, dolaşmak yürüyüşe çıkmak, gezmeye çıkmak Çok ısınmadan bir yürüyüşe çıkalım. commencer à apprendre
|
|
Let’s go for a walk before it gets too hot.
|
|
|
önemsemek, kulak vermek, dikkat etmek, aldırmak özen, dikkat Onun tavsiyesine dikkat et. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
•tutkuyla/ihtirasla istemek •aşırı cinsel istek duymak, şiddetle arzulamak şiddetle istemek, tutku, ihtiras •aşırı cinsel istek, şehvet düşkünlüğü •Yıllarca gizlice onun peşinden koşmuştu. •Bu ihtirasla istenilecek bir arabadır. commencer à apprendre
|
|
•She had secretly lusted after him for years. •This is a car to lust after.
|
|
|
giymek, giyinmek, kilo almak sahneye koymak O, ayakkabılarını giymek için eğildi. commencer à apprendre
|
|
He stooped to put on his shoes.
|
|
|
kızartmak, fırında kızartmak, kızarmak kavrulmuş Kuzuları sıcak fırında 35 dakika kavurun. commencer à apprendre
|
|
Roast the lamb in a hot oven for 35 minutes.
|
|
|
ıslanmak, ıslatmak, emdirmek •sırılsıklam etmek kuru fasulye -bakliyat- ıslatma, suya girmek, çok içmek Tavayı lavaboda ıslatmak için bıraktı. Kuru Fasulyeyi Islatmanın On Nedeni Hayatınızı Değiştirebilir. commencer à apprendre
|
|
He left the pan in the sink to soak. Ten Reasons Soaking Dried Beans Can Change Your Life.
|
|
|
devralmak, yönetimi ele almak üzerine almak (ticaret) Tom devralmak için hâlâ çok genç. commencer à apprendre
|
|
Tom is still too young to take over.
|
|
|
ile arkadaş olmak, (biriyle) arkadaş olmak, kabullenmek, meşgul olmak John’un Jane ile arkadaş olduğunu duydum. commencer à apprendre
|
|
I hear that John has taken up with Jane.
|
|
|
yığılmak, çöküş Çatı, kar yükü altında çöktü. commencer à apprendre
|
|
The roof collapsed under the weight of snow.
|
|
|
ilişkilendirmek, bağdaştırmak birleştirmek, birleşme ile arkadaşlık etmek, görüşmek Çoğu insan bu markayı kaliteli ile ilişkilendirir. commencer à apprendre
|
|
associate with sb Most people associate this brand with good quality.
|
|
|
•oluşturmak, meydana getirmek •... den/dan oluşmak/meydana gelmek -den oluşmak, ihtiva etmek, içine almak •Orkestra amatör ve profesyonel müzisyenlerden oluşmuştur. •Kadınlar, polis gücünün% 15'ini oluşturmaktadır. commencer à apprendre
|
|
be comprised of •The orchestra was comprised of amateur and professional musicians. •Women comprise 15% of the police force.
|
|
|
sınırlamak, tahdit etmek, kısıtlamak, sınırlandırmak, çevrelemek -e hapsetmek, -e kapatmak, hapsetmek Onları nereye hapsettin? Yorumlarını tartıştığımız konuyla sınırla. commencer à apprendre
|
|
confine sth to Where did you confine them? Confine your remarks to the matter we are discussing.
|
|
|
dönüştürmek, değiştirmek, çevirme, (askeri) sınıf değiştirmek din değiştiren kimse commencer à apprendre
|
|
convert sth into sth I converted my yen into dollars.
|
|
|
türemek, -den elde etmek, sağlamak, kaynaklanmak Bu kelime Yunancadan türetilmiştir. commencer à apprendre
|
|
This word is derived from Greek.
|
|
|
tartışmak, çekişmek, itiraz etmek uyuşmazlık, anlaşmazlık, çatışma İlacın faydaları olduğunu tartışmıyorum. commencer à apprendre
|
|
dispute from/over/with I'm not disputing that the drug has benefits.
|
|
|
ortaya çıkmak, doğmak, zuhur etmek •... den, dan çıkmak, görünmek, belirmek •belli olmak, ortaya çıkmak zor bir durumun sonuna gelmek, üstesinden gelmek •Gölgelerden bir figür çıktı. •İşverenlerine yalan söylediği ortaya çıktı. commencer à apprendre
|
|
•A figure emerged from the shadows. •It emerged that she had lied to her employers.
|
|
|
•Hak-yetki vermek/kazandırmak/tanımak •başlık koymak, isimlendirmek •hakkı olmak, hak kazanmak, yetkili olmak •hakkı olmak, yetkili olmak, •hak vermek, adlandırmak •İşsiz olmanız size ücretsiz tıbbi tedavi hakkı verir. •Vatandaşlık başvurusu yapma hakkım var. •İlk romanı Daha Masum Zamanlar olarak adlandırıldı. commencer à apprendre
|
|
be entitled to •Being unemployed entitles you to free medical treatment. •I’m entitled to apply for citizenship. •Her first novel was entitled More Innocent Times.
|
|
|
•(Politika, Siyaset) odaklanmak, odaklanmak •bir noktada yoğunlaş(tır) mak odak noktası Gözlerinize karanlığa odaklanması için zaman tanıyın. commencer à apprendre
|
|
Give your eyes time to focus in the darkness.
|
|
|
örneklerle açıklamak, resimlemek örneklemek, göstermek, tasvir etmek Bu yeni keşif, erken insanlık tarihi hakkında ne kadar az şey bildiğimizi gösteriyor. commencer à apprendre
|
|
This new discovery illustrates how little we know about early human history.
|
|
|
yorum yapmak, fikir beyan etmek, görüş belirtmek yorum Annem her zaman ne giydiğimi söyler. commencer à apprendre
|
|
My mum always comments on what I'm wearing.
|
|
|
•yorumlamak, tefsir etmek •çevirmek, tercüme etmek canlandırmak, oynamak, çevirmek Rehberden bizim için yorum yapmasını istememiz gerekiyordu. commencer à apprendre
|
|
We had to ask the guide to interpret for us.
|
|
|
•... olarak kabul etmek; ... gözü ile bakmak; ... gibi değerlendirmek •dikkate almak, itina ile bakmak, özenle değerlendirmek •çok beğenmek, takdir etmek saymak, hesaba katmak, önem vermek, çok beğenmek, takdir etmek Planlar şüpheyle karşılandı. commencer à apprendre
|
|
The plans were regarded with suspicion.
|
|
|
haklı göstermek/çıkarmak, mazur göstermek, geçerli nedeni olmak, suçsuzluğunu kanıtlamak (Bilgisayar) blokla iki yana yaslamak Bu bilet fiyatlarını nasıl haklı çıkaracaklarını bilmiyorum. commencer à apprendre
|
|
I don't know how they can justify those ticket prices.
|
|
|
tepki göstermek, karşılık vermek, mukabele etmek reaksiyon göstermek Hızla tepki göstermek zorundaydık. commencer à apprendre
|
|
|
|
|
•cevap/karşılık vermek, yanıtlamak •tedaviye cevap vermek •Polis çağrıya ne kadar çabuk cevap verdi •Uyuşturucu tedavisine iyi yanıt veriyor. commencer à apprendre
|
|
•How quickly did the police respond to the call •She's responding well to drug treatment.
|
|
|
eski yerine/durumuna/hâline vb. getirmek •onarmak, yenileştirmek •geri vermek, iade etmek onarım •Bölgede artık barış sağlandı. •Tablo, gerçek/asıl sahibine iade edildi. commencer à apprendre
|
|
•Peace has now been restored in the region. •The painting was restored to its rightful owner.
|
|
|
korumak; sürdürmek, devam ettirmek, tutmak aklında tutmak, unutmamak, elinden kaçırmamak, kaybetmemek •Her şeyi korumak isteyen her şeyin kaçışına izin verir. •Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık. commencer à apprendre
|
|
•Whoever wants to retain everything lets everything escape. •We had to retain a lawyer.
|
|
|
sürdürmek, devam ettirmek, ayakta tutmak sürdürmek, maruz kalmak, idame ettirmek Ekip bu düzeydeki performansı sürdüremeyebilir. commencer à apprendre
|
|
The team may not be able to sustain this level of performance.
|
|
|
•tutmak, kavramak, yakalamak •ele geçirmek, zapt etmek(yer/yasadışı birşey) •fırsat varken alelacele süratle yapmak yapışmak, haczetmek •Kolumu yakaladı ve beni kendisine doğru çekti. •Sabahın erken saatlerinde askerler kontrolü ele geçirdi. commencer à apprendre
|
|
•She seized my arm and pulled me towards her. •Troops seized control in the early hours of the morning.
|
|
|
commencer à apprendre
|
|
I separated the class into three groups.
|
|
|
belirtmek, belirlemek, açıkça belirtmek tayin etmek, ayrıntılarıyla belirtmek Tom kaç tane kurşun kalem alacağını belirtmedi. commencer à apprendre
|
|
Tom didn't specify how many pencils to buy.
|
|
|
vurgulamak, önemini belirtmek stres,*stresli, Tom çok stresli bir işi var. Bu konuyu vurgulamak istiyorum. commencer à apprendre
|
|
*stersli, Tom has a very stressful job. I want to stress this point.
|
|
|
fayda, yarar, çıkar, kar Bu senin menfaatin için. commencer à apprendre
|
|
This is for your benefit.
|
|
|
yol göstermek, rehberlik etmek, yönlendirmek Tanrılar sonuna kadar insanlığa rehberlik etmek için yeryüzüne indiler. commencer à apprendre
|
|
Gods came down on earth to guide humanity to its end.
|
|
|
istifade etmek, -den yararlanmak, faydalanmak Akıllı bir kişi hatalarından faydalanır. commencer à apprendre
|
|
A wise person profits by his mistakes.
|
|
|
sonraya bırakmak, ertelemek, tecil etmek uymak, -e boyun eğmek (to ile), Kararı başkasına bırakmak, başkasının fikrine uymak, saygı duymak Ödemeler üç ay ertelenebilir. commencer à apprendre
|
|
The payments can be deferred for three months.
|
|
|
uymak, (to) (-e) uymak, (-e) riayet etmek to veya with ile uymak, intibak etmek, alıştırmak Kurallara uymak zorundasın. commencer à apprendre
|
|
conform to/with You must conform to the rules.
|
|
|
savaşmak, mücadele etmek, harp etmek savaş, mücadele, vuruşma Bu sürekli çikolata yeme arzusuyla savaşmalıyım. commencer à apprendre
|
|
I have to combat this constant desire to eat chocolate.
|
|
|
•komplo kurmak, gizli plan yapmak •problem olmak, bozmak, olumsuzluk yaratmak •Kral, danışmanlarını kendisine komplo kurmakla suçladı. •Koşullar onun planlarını mahvetmek için komplo kurmuştu. commencer à apprendre
|
|
•The king accused his advisers of conspiring against him. •Circumstances had conspired to ruin her plans.
|
|
|
•tutuklamak, tevkif etmek •bir konuyu anlamak tutuklamak •Polis, suçluları yakalayamadı. •Tehlikeyi kavramada yavaştılar. commencer à apprendre
|
|
•The police have failed to apprehend the culprits. • They were slow to apprehend the danger.
|
|
|
•itiraf etmek •kabul etmek, hastayı kabul etmek içeri almak, kabul etmek Anahtarları çaldığını itiraf etti. commencer à apprendre
|
|
She admitted to stealing the keys.
|
|
|
•birikmek, toplanmak •biriktirmek, artırmak, tasarruf etmek Kimyasallar vücudunuzda birikir. commencer à apprendre
|
|
The chemicals accumulate in your body.
|
|
|
bir şeyden çok nefret etmek, tiksinmek, nefret etmek, iğrenmek ✗gramer, aşamalı kullanılmaz. •nefret beslemek •Her türlü zulmden tiksiniyorum/nefret ediyorum. •Irkçılıktan çok nefret ediyor. commencer à apprendre
|
|
✗Don’t say: He was abominating racism. •I abominate cruelty of all kinds. •He abominates racism.
|
|
|
•boş boş dolaşmak, gezinip durmak, amaçsızca gezinmek •yürüyerek uzaklaşmak, ayrılmak, terketmek dağılmak, başka alemlere dalmak, asıl konudan uzaklaşmak, dalıp gitmek •Kasaba etrafında amaçsızca dolaştılar. commencer à apprendre
|
|
I was bored and my thoughts started to wander. •They wandered aimlessly around the town.
|
|
|
•tapmak, tapınmak, ibadet etmek •taparcasına sevmek, tapmak tapınma •Hepsi aynı tanrıya taparlar. •Annesine tapıyordu. commencer à apprendre
|
|
•They all worship the same god. •She worshipped her mother.
|
|
|
tecavüz etmek, ırzına geçmek 15 yaşındaki çocuk, okuldan eve dönerken tecavüze uğradı. commencer à apprendre
|
|
The 15-year-old was raped on her way home from school.
|
|
|
•birine büyük zevk vermek, büyülemek, kalbini çalmak •tecavüz etmek (eski kullanım) bir kadını isteklerine karşı seks yapmaya zorlamak Onun gülümsemesi beni çok etkiledi. commencer à apprendre
|
|
I was utterly ravished by the way she smiled.
|
|
|
sarkıntılık etmek, taciz etmek elle rahatsız etmek Çocukları taciz etmekle suçlandı. commencer à apprendre
|
|
He was accused of molesting children.
|
|
|
rahatsız/taciz/tedirgin/ etmek, bezdirmek usandırmak, bezdirmek Adamlar dehşete düşen mültecileri taciz etmeye çalışıyorlardı. commencer à apprendre
|
|
The men were trying to harass the terrified refugees.
|
|
|
dert vermek, can sıkmak, sıkmak, zahmet vermek sinir bozmak, sıkıntı, zahmet, dert Tom Mary'nin canını sıkmak istemiyordu. commencer à apprendre
|
|
Tom didn't want to bother Mary.
|
|
|
ibaret olmak, -den oluşmak -den oluşmak Komite on üyeden oluşmaktadır. commencer à apprendre
|
|
The committee is made up of ten members.
|
|
|
bir şeyi bir şeyden kurtarmak Kendimi bu kötü alışkanlıktan kurtarmaya çalışıyorum. commencer à apprendre
|
|
rid of/off I'm trying to rid myself of this bad habit.
|
|
|
sınırı aşmak, aşırıya kaçmak, geçmek, aşmak, ihlal etmek geçmek, ileri gitmek Satışlar bu yıl şimdiye kadar 1 milyon doları aştı. commencer à apprendre
|
|
Sales have exceeded $1 million so far this year.
|
|
|
üstün gelmek, üstün olmak, geçmek, baskın çıkmak, bastırmak, aşmak baskın çıkmak Kitabın başarısı herkesin beklentilerini aştı. commencer à apprendre
|
|
The book's success surpassed everyone's expectations.
|
|
|
•başa çıkmak, hemen ilgilenmek, ele almak, çaresine bakmak •nazik bir konuyu/yapılan kötü bir şeyi biriyle paylaşmak/konuşmak bir şey veya biriyle başa çıkmaya çalışmak için: Bu sorunu çözmenin birçok yolu vardır. commencer à apprendre
|
|
There are many ways of tackling this problem.
|
|
|
emmek, özümsemek, içine çekmek içine almak, zapt etmek, soğurmak Kumaş tüm nemi emerek cildinizi kuru tutar. commencer à apprendre
|
|
The fabric absorbs all the moisture, keeping your skin dry.
|
|
|
•evlat edinmek •yeni bir şeyi kullanmaya başlamak veya kabul etmek benimsemek, kabul etmek •Çift, bir kız çocuğu evlat edinmeyi umuyor. •Yeni bir yaklaşım benimsedik. commencer à apprendre
|
|
•The couple are hoping to adopt a baby girl. •We've adopted a new approach.
|
|
|
merakla beklemek, ummak, sezmek, tahmin etmek önceden tahmin edip ona göre davranmak Önümüzdeki yıl fiyatların düşeceğini tahmin ediyoruz. commencer à apprendre
|
|
We anticipate that prices will fall next year.
|
|
|
değerlendirmek, değerini belirlemek, kıymet takdir etmek Testler, bir çocuğun okuma becerilerini değerlendirmek için tasarlanmıştır. commencer à apprendre
|
|
The tests are designed to assess a child's reading skills.
|
|
|